Aşk sıvıdır, bulunduğu kabın şeklini alır. Kişiye aşık olursan o kişidir. Mesleğine aşıksan mesleğin. Hangi hobine aşıksan o aşktır sana. Dinin, inançların, prensiplerin hatta oturduğun koltuk bile layık görürsen aşk olur. Somut ve soyut her şekle bürünebilir. Neye aşıksan odur yani. Bazen yalnızlığa bile aşık olur insan. Gücüne aşıktır, malına mülküne, paraya pula, renklere, börtüye böcüğe aşıktır. İnsanına göre yani.
Kimsenin aşkı bir diğerine güzel görünecek diye bir kaide de yoktur aşk işlerinde. Herkesin aşkı hiç kimseye değilse bile sadece kendine güzel görünebilir. Sonuçta bir seçim işi değildir aşk. Doğal bir süreçtir. İnsan doğasına göre şekillenir, içindeki aşk da insana göre şekillenir. Bazen insanın lanetidir. Bazen de nefes alabilen bir canlıya verilebilecek en büyük ikramiyedir.
Ama her halükarda götürür birşeyler insanın içinden… Çünkü doğa böyle emretmiştir. Doğa kimseye hayatındaki herşeye eşit aşk imkanı sunmaz. Hangisine daha çok aşıksan bir diğerinden eksilir. Hayat bir denge meselesi ve aşk o hayatın denge noktasıdır. Her aşk bir vazgeçiş getirir beraberinde. Hepsine aynı şiddetle aşık olamazsın. Çünkü maddenin değerini para, hayatın değerini zaman belirler. Hiçbir ömrün zamanı aynı anda herşeye aynı aşkı verebilecek kadar geniş değildir.
Bunlardan dolayıdır ki insan aşkı kişiye sabitlememeyi öğrenmelidir. Eskidendi o temiz dünya. “Aşk çokluğu” ters tepti ve bencilliği çoğalttı toplumda. Bencillik arttıkça çıkarlar aşkları belirler oldu ve kirlendi hayatlar. “Çıkar” denmiş adına nedense ama öyle bir lekedir ki o “çıkar“; bünyeye girince lekesi bir türlü çıkmaz! Şarkıda da dediği gibi “Biz büyüdük ve kirlendi dünya“.
Bencilliğin ana besin kaynağı olan “çıkarlar” aşkların düşmanıdır yani. Aşkın inandığı dinde tam bir şeytandır o “çıkarlar”. Aşk kılığına bürünebilir herhangi bir çıkar, ruhun bile duymaz! Halbuki aşk, içinde çıkar olmayan olmalıdır. Katkısız, sek olandır aşk. En ufak bi katkı aşkın metabolizmasında olumsuz bir tepkimeye yol açıp “çıkarları” ortaya çıkarır. Mikrop gibi, virüs gibi düşünebilirsin bu çıkarları… Bazen de ince bir çizgi çeker vicdanın aşk ve çıkar arasına. Aşk ve çıkar arasındaki sınır çizgisinde ip atlatır insana. Sanata aşığım dersin şarkı yaparsın. Aşk sınırları içerisindesindir. Sonra rant kavgasına düşersin, sınırın öbür ucudur. “Çıkar topraklarına hoşgeldin” tabelası karşılar ne olduğunu anlayamadan. Aşk için değil para için, mal-mülk için yapmaya başlarsın sanatını o andan sonra. Çıkarlar devreye girmiştir artık. O zaman işin tüm saflığı, tüm samimiyeti kaçar. İnsana aşık olduğunda da durum değişmez. İlişkinin başlangıçtaki saflığı muhafaza edemeyen aşkını kaybeder! Litrelik kola gibidir bu durum. Bir kere kapak açılıp hava girdi mi içeri, gazı kaçar ve bir daha ilk tadını asla vermez!
Sonunda eline ne geçeceğini düşünerek aşkla iştigal etmek yerine bunları hiç düşünmeden doğal akışında yaşanmalıdır bu meret! Nihayetinde aşklarının dengesini kurabilen mutlu, kuramayan yalnız, bu dengeyi anlayamayan ise çoğu zaman kafası karışık oluyor. İnsan bir taşa bile aşık olsa etrafında olan bitene algısı değişir. Etraftakiler durumu yadırgasa bile gerçek aşığa dokunmaz. Yani aşk bir çeşit sarhoşluk durumudur ve gerçek aşık o sarhoşlukta yolunu bulabilendir…
Müzik:Ekin Beril – Ben Nasıl Büyük Adam Olucam (Cover ama çok güzel kavır!)
Efendim öncelikle 8 mart Dünya Kadınlar Günü‘nüz kutlu olsun. Bunu belirteyim ki birazdan yapacağım giriş ile bırakabileceğim “öküz” imajına bir kılıfım olsun. Sabredip okumaya devam ederseniz belki de öküzlükten beygirliğe terfi ettirirsiniz. Tüm samimiyetimle bu kutsal gününüzü kutlayıp, beygir kafalı bir adamın aklını kurcalayan birkaç noktaya değinmek isterim yüksek müsadenizle…
Öncelikle Dünya Emekçi Kadınlar Günü‘nün sosyal farkındalığı arttırma amaçlı düzenlendiğinin farkındayım. Fakat günümüzde artık bu günün bir farkındalık projesinden daha çok toplumda kadınlara lütfedilip verilen ve sanki bir bayrammış edasıyla kutlanan bir olay olmasından rahatsızım.
Şimdi şöyle ki dünya erkekler günü olmuyor da neden Dünya Kadınlar Günü oluyor? Diyecekseniz ki “yuh artık! Bu kadar erkek egemen toplumların varlığıyla dönen yerkürenin 365 gün 6 saatinin 1 gününü bile layık görmüyor kadınlara! Beygir değil öküz kafalı bu adam!” Yok be ya öyle değil başka birşey anlatmaya çalışıyorum…
Diyorum ki bu dünyanın bütün çirkinlikleri erkeklerden kaynaklanıyor. Hani “dış güzellik değil iç güzellik önemlidir” diye bir yalan vardır ya, dışımız güzeldeğil bi kere. Çirkin yaratıklarız, en baştan kabul edelim. En çirkin hatun en güzel erkekten daha güzeldir. E içimiz de malumunuz. Tarihin gördüğü en acımasız en gaddar savaşlar, felaketler, belalar hep erkeğin başının altından çıkar. Açın bakın tarihi bana inanmıyorsanız. Zedong, Hitler, Stalin, Tojo, Saddam, daha tonlarcası var saymakla bitmez! İçi temiz olsa bu kadar felaketin sorumlusu olur muydu erkekler?
Hatta bırakın bu büyükbaş örneklerini de küçükbaşların neden olduğu günlük yaşanan kötü olaylara bakın: kavga, dövüş, hırsızlık, trafik canavarlığı, kabalık, tehdit, haraç, yaralama, öldürme, tecavüz… Hatta hayvan tecavüzü! Bunların faillerinden 1 tanesi kadınsa 99 tanesi erkek oluyor.
Yani demek istediğim şu ki: Koca bir yıl içinde sadece 1-2 gün yalandan değer görmesi gereken taraf içi de dışı da bu kadar çirkin olan erkek cinsi iken biz bunun tersini neden yapıyoruz?
Yanlış da anlaşılmasın, dünya kadınlarına lezbiyenlik çağrısı değil bu! Sadece müsade etmesinler istiyorum yılda bir kere yapılan poh pohlamalara. Yetinmesinler bir günlük anılmayla, yalandan değer görmeyle! Hafta istesinle, ay istesinler, yıl ve hatta asırlar istesinler! Senede 1 gün ile gelinen nokta belli. Farkındalık süreci kaplumbağa hızında ilerliyor senede 1 gün ile. E öyle olunca da bu gün amacından saptırılarak geçiştiriliyor!
Kadınlar, tabiri caizse el alma gönül alma bir şekilde lütfedilip de senede 1 gün değer verilecek, hatırlanacak varlıklar olmamalıdır. Her gün kadınlar günü coşkusunda yaşanmalıdır artık! Tarih boyunca hep en üst seviyede görülen erkek egemenliği yüzünden kaybedilen zamanı kapatmak adına her gününü kadınlara öncelik vererek yaşamalı insanoğlu. Evde, ofiste, asansörde, trafikte (en çok da trafikte!), pazarda, markette, otoparkta, yatakta ve her yerde kadın öncelikli olsun artık. Kadınların önemsendiği gün sayısı erkeklerden fazla olsun bi kere! Erkeklerin ön planda olduğu devirler yüzünden halimiz ortada…
Hiçbirşey için değilse bile asırlardır kadınlardan çaldığımız zamanın telafisi için asırlardır biriken borcumuzu ödemek adına kadınlara öncelik verildiği devirlere şahit olabilmek dileğiyle tekrar ve malesef Dünya Kadınlar Gününüz kutlu olsun.
İnsan Hakları Günü II. Dünya Savaşı’nın ardından bireylerin hak ve özgürlüklerinin teminat altına alınması amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından hazırlanan ve 30 maddeden oluşan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabul edildiği gün olan 10 Aralık 1948’den beri kutlanan gündür.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nun Paris’te yaptığı oturumda oylanarak üye ülkelerin çoğunluğu tarafından kabul görülmüştür. Genel Kurul’u oluşturan 48 ülkeden bildiriye ‘karşı oy’ kullanan temsilci bulunmamış olsa da 6’sı sosyalist toplamda 8 ülke temsilcisi bildiriye ‘çekimser oy’ kullanmıştır. 6 sosyalist ülke (Sovyetler Birliği, Beyaz Rusya, Ukrayna, Polonya, Çekoslovakya, Yugoslavya) Bildiri’yi gerçekçi bulmadıkları için çekimser oy kullandıklarını açıklamıştır. Bunun nedenini ise Bildiri’nin soyut özgürlük kavramlarından oluşması ve bireylerin devlete karşı olan sorumluluklarını yeterince açıklamaması olarak belirtmişlerdir. Bu 6 sosyalist ülkenin dışında Güney Afrika Birliği ve Suudi Arabistan temsilcileri de Bildiri için çekimser oy kullananlar arasındadır. Güney Afrika Birliği çekimser oy kullanmasının nedeni olarak ‘sosyal ve ekonomik hakların’ Bildiri’de bulunmaması gerektiği gerekçesini vermiştir. Suudi Arabistan temsilcisi ise Bildiri’nin Şeriat kurallarıyla çelişmesini gerekçe göstermiştir.
İnsan Hakları Evrensel Bildirisi tüm dünya genelinde büyük ilgi görmüş olsa da teknik olarak tamamen bir tavsiye niteliğindedir ve hukuki olarak bir bağlayıcılığıyoktur. Fakat Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası hukuk metinlerine manevi olarak etkisi küçümsenemeyek kadar fazladır. BM örgütünün resmi dilleri İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Rusça, Çince ve Arapça’dır. Bundan dolayı bildiri bu dillerde yayımlanmıştır fakat yüzlerce ülke tarafından kendi dillerine çevrilmiştir. Bildiri’nin 27 Mayıs 1949 yılında ülkemizde Resmi Gazete’de yayımlanan Türkçe çevirisi bazı maddelerin eksik ve hatalı çevrildiği gerekçesiyle eleştirilmiştir. Daha sonraları bu eksikliklerin Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi tarafından giderilmiş olduğu bir çeviri 1980 yılında yayımlamıştır. Aşağıda alıntı yapılan maddeler ise Türkiye Barolar Birliği tarafından da saygıdeğer bulunan ve ülkemizde yetişen en saygın hukukçulardan birisi olan Prof. Dr. Münci Kapani çevirisindendir: Okumaya devam et →